Benzin pahalı, yemek pahalı, barınmak pahalı.
Ama en ucuzu hâlâ “insanlık”...
Çünkü artık kimse onu istemiyor.
Bugün sokaklara baktığınızda, ışıl ışıl vitrinler, dolup taşan alışveriş merkezleri, tıklım tıklım kafeler görüyorsunuz.
Her şey var: marka var, gösteriş var, şatafat var. Ama bir eksik var — insanlık.
Kaybettik. Hem de fark etmeden, sessizce, tüketim çılgınlığının arasında.
Bir zamanlar ekmeği ikiye bölüp paylaşmak, nimete hürmetti.
Şimdi çöpe atılan her lokmada utanmıyoruz.
Bir zamanlar “komşu hakkı” vardı, şimdi “komşu sesi” rahatsız ediyor.
Bir zamanlar çocuklar sokakta oynardı, şimdi ekranlarda kayboluyor.
Ve bir zamanlar “Allah bereket versin” denirdi, şimdi “kaç para?” diye soruluyor.
İsrafın Dini Boyutu: Kaybolan Helal Duygusu
İsraf sadece fazla harcama değildir;
değer bilmemektir.
Ekmekte, suda, elektrikte, sevgide, zamanda, hatta duada israf ediyoruz.
Kullanmadığımız eşyaları biriktiriyoruz, ama kullanmamız gereken kalplerle bağ kurmuyoruz.
Kuran-ı Kerim açık söylüyor:
“Yiyin, için ama israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
(A’râf Suresi, 31. ayet)
Biz ise israfı bir yaşam biçimi hâline getirdik.
Giyilmeyen elbiseler, yenilmeyen yemekler, dinlenmeyen ruhlar...
Her şey var ama bereket yok.
Çünkü bereket, sadece fazla olanda değil, şükredilende olur.
Evlerimiz büyüdü, odalar çoğaldı, ama kalpler küçüldü.
Sofralar uzadı, yemek arttı, ama paylaşım azaldı.
İsraf eden toplum, sonunda inancını da israf eder.
Bugün yaşadığımız tam da bu:
Helal kazancı unuttuk, harama göz yumduk, vicdanı kenara koyduk.
Ekonomik Kriz mi, Manevi Kriz mi?
Evet, ekonomik sıkıntı var.
Ama asıl kriz, cebimizde değil; kalbimizde.
İsrafın, hırsın, gösterişin içinde insanın değeri ucuzladı.
Kredi kartı limitleri dolu ama vicdan boş.
Yeni model arabalarla dolu yollar ama camilerde boş saf.
Bir toplumun çöküşü, ekonomiden değil, vicdanın tükenmesinden başlar.
Bu topraklar, alın terine, helal kazanca, paylaşmaya inanmış bir milletin topraklarıydı.
Bugün ise kolay para, kısa yol, gösterişli hayat, marka düşkünlüğüyle övünür olduk.
Oysa Peygamber Efendimiz buyuruyor:
> “İnsanoğlu, kıyamet günü malını nereden kazandığından ve nereye harcadığından sorulmadan yerinden kıpırdayamayacaktır.”
(Buhari, Rikak, 3)
Biz o hesabı unuttuk.
Kazandıklarımızın kaynağını sormaz olduk;
harcadıklarımızın anlamını da.
Unuttuğumuz İnsanlık
Bir fakirin duası, bir yetimin gülüşü, bir yaşlının tebessümü kadar kıymetli ne kaldı bu hayatta?
Ama artık kimse o duaları duymuyor.
Çünkü kulaklarımız dünyaya, kalbimiz menfaate ayarlı.
Her şeyin fiyatını biliyoruz ama hiçbir şeyin değerini bilmiyoruz.
Bir sofrada israf varsa, bir başka sofrada açlık vardır.
Bir evde fazla varsa, bir başka evde yokluk vardır.
Allah, nimeti paylaştıkça artırır.
Biz paylaşmadıkça eksiliyoruz.
İşte bu yüzden, bolluğun ortasında bereketsiz, kalabalığın ortasında yalnızız.
Camiler açık, ama cemaat eksik.
Kuran elimizde, ama gönlümüzde değil.
Sözde Müslümanız, ama özde dünyanın esiriyiz.
Ve farkında değiliz:
Dünyaya sahip olmaya çalışırken, kendimize yabancı olduk.
Bir Yeniden Dönüş Mümkün
Belki de yeniden başlamanın vakti geldi.
Bir lokmayı israf etmemekten, bir duayı içten etmekten, bir selamı samimi vermekten.
Belki de kurtuluş, ekonomide değil, tevazuda.
Belki de aradığımız bereket, raflarda değil, gönüllerde.
Unuttuğumuz insanlığı, hatırlamak zorundayız.
Çünkü bu ülke, sadece pamuk tarlalarıyla değil, vicdanıyla bereketliydi.
Bu millet, sadece üretimiyle değil, inancıyla güçlüydü.
İnsanı yaşatmak için kurulmuş bir medeniyetin çocuklarıyız biz.
Ama önce, içimizdeki insanı yeniden yaşatmalıyız.
Namaz hâlâ bedava,
ama cemaat yok.
İyilik hâlâ mümkün,
ama yapan az.
Ve insanlık hâlâ kurtarılabilir,
ama önce biz insan olduğumuzu hatırlamalıyız.







