Bir şeyler eksiliyor içimizden…
Sabah Namazından sonra yürüyoruz : insanların yüzüne bakıyorum kin , öfke , mutsuzluk var !
Sebebi nedir diye etrafıma baktığımda, giderek daha tahammülsüz, daha mutsuz, daha huzursuz bir toplum gördüğümü üzülerek fark ediyorum. Birbirini anlamaya çalışan, iyi niyeti önceleyen bir toplumdan; karşısındakini acımasızca eleştiren, hatta iftirayla yıpratmaktan çekinmeyen bir kalabalığa dönüştük. Eleştiri, yerini kini kusmaya; fikir ayrılığı, düşmanlığa bıraktı.
Sosyal medya gibi mecralarda birinin adını duymaya gör, hemen klavyeler çekiliyor: "Onun ne mal olduğunu ben bilirim!" diyerek başlıyor linç nöbetleri. İnsanlar artık başarının peşinden değil, başkasını yere düşürmenin keyfinin peşinden koşuyor. Zira birini küçülttüğünde, kendini büyütmüş sanıyorsun. Halbuki insanın büyüklüğü, yargılamasında değil, merhametinde gizlidir.
Toplumca ciddi bir ruhsal buhran yaşıyoruz. Mutsuzuz… Sebebini kendimize sormadan, hep başkalarını suçlayarak, dışarıda bir düşman arayarak yaşıyoruz bu çöküşü. Oysa belki de o düşman, aynaya her sabah bakan kişi. Huzuru dışarda değil, içimizde kaybettik. Ve o huzursuzluğu parayla, mal ile, gösterişle bastırmaya çalışıyoruz.
"Doymadık Gitti…"
Maraş’ın gönlü genişti bir zamanlar, şimdi her şey daraldı… Allah ev, araba, bağ , bahçe, fabrika verdi ama bizim aç gözümüz doymadı değer mi ? Ölüm var unutmayın 40 ton altını olan beş gram bile götüremedi uyanın huuuu
Eskiden bizim Maraş’ta biri bir iş tuttu mu, “Allah rast getirsin” denirdi. Şimdi biri bir iş tuttu mu, "O da nereden çıktı şimdi!" diye başlıyor homurtular. Haset mi deriz, doyumsuzluk mu, yoksa kalplerin daralması mı... Bilmiyorum ama bir şeylerin bozulduğu ortada.
Biz artık birbirimizi sevinçle karşılamıyoruz, birbirimizi fırsat görerek izliyoruz. Hani derler ya “komşu komşunun külüne muhtaçtır” diye, şimdi kül değil, komşunun ocağını gözlüyoruz. Ne zaman söner, ne zaman biz geçeriz diye…
Acımasızca eleştiriyoruz. Maraş’ın güzel bir lafı vardır: “Ağzı olan konuşuyor.” Ne yazık ki artık dili olan değil, vicdanı olan konuşmalıydı. Ama vicdanı olanlar sustu, lafı eğip bükmeden söyleyenler linç ediliyor. Hele biri azıcık bir başarı gösterse, hemen kulisler başlıyor: "Onun arkasında kim varmış, hangi partidenmiş, kimin adamıymış…" Niye? Çünkü biz artık başarıyı kutlamıyoruz, kıskanıyoruz. “O yaparsa ben eksik mi kalırım?” diye hırsa biniyoruz.
Doyumsuz bir hale geldik. Elde var beş, gözü on beşte. Herkes daha çok, daha fazla, daha gösterişli olsun derdinde. Maraş'ta mütevazılık bir fazilet sayılırdı. Şimdi sade gezen ayıplanıyor, gösterişli gezen el üstünde tutuluyor. Çocuklara küçük yaşta öğrettiğimiz şey şu: “İyi oku, çok para kazan.” Peki, “İyi insan ol” demeyi unuttuk mu?
Bakın çevrenize, herkes malını konuşuyor. Kimin kaç dükkanı var, kaç katlı evi var, arabası kaç model… Ama kimse kimseye “Gönlün rahat mı?” diye sormuyor. Çünkü gönül mü kaldı, hesabı kapanmamış bir hayat içinde koşturup duruyoruz.
Maraş’ın sokakları değişti, evleri büyüdü ama kalpleri küçüldü. Hani derler ya, “Ev büyüdü, sofra küçüldü” diye. Eskiden bir tas çorba içmeye on kapı açıktı. Şimdi en yakın akrabaya bile randevuyla gidiyoruz. Paylaşmak, yerini yarışmaya bıraktı.
Ama bu böyle gitmez. Giderse, bir sabah uyanırız ve fark ederiz ki; birbirimizin cenazesinde bile buluşmaz olmuşuz.
Kendimize dönmenin, yeniden insan gibi yaşamanın vakti geldi. Maraş, sadece dondurmasıyla, biberiyle, tekstiliyle değil; mertliğiyle, vefasıyla, kanaatkârlığıyla da anılmalı. O ruh hâlâ içimizde bir yerlerde var, sadece biraz tozlanmış.
Haydi silkelenelim. Daha çok benim değil, “Bizim olsun” diyelim. O zaman belki yeniden huzur buluruz. Hem sokakta hem içimizde.
Ben yok, Biz varız diyelim dostlar !
Kurban Bayramı , 4 gündü çok hızlı geçti, ömür çok kısa gelin bir birimizi sevelim kardeş olalım, dost olalım, Allah herkese huzur versin bir birimize dua edelim..
Hayırlı günler diliyorum