İnsan denen meçhul…
Âdem Aleyhisselam’dan günümüze kadar devam eden bir serüven var…
Bu da insanın serüveni…
Sahi bu insan denen meçhul kim…
Tarifini yapabilecek olan var mı?
Bazılarına göre insan; sadece maddeden oluşan maddi bir varlıktır…
İnsan vücudunu oluşturan temel elementlerin yaklaşık %99'u altı elementten oluşur: oksijen, karbon, hidrojen, azot, kalsiyum ve fosfor. Sadece yaklaşık %0,85'i diğer beş elementten oluşur: potasyum, kükürt, sodyum, klor ve magnezyum…
Kur'an-ı Kerim'e göre de insan; Allah'ın bizzat kendi eliyle yaratarak ruhundan nefh ettiği, maddî ve manevî organ ve cihazlarını düzgün ve dengeli bir şekilde düzenleyerek en güzel sureti verdiği en değerli ve en şerefli mahlûkudur…
Necip Fazıl üstadda insan üzerine Sakarya şiirinde şu dizelerle başlayıp;
(“İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.”)
Şu dizelerle bitirmiştir;
(“Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!..”)
Öyle ya insan, akıp gidiyor bir girdabın içerisinden…
Öyle ya insan, kayıp gidiyor bir yıldız gibi hayattan…
İnsan, bazen, meleklerden üstün melekelere sahip bir varlığa dönüşüyor…
Bazen de hayvanlardan daha aşağı bir seviyeye düşebiliyor…
Şair Osman sarı bu konuyu dizelerinde dile getiriyor;
“Taş taş değil, bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın, söyle bu ateş senin.
Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili, İşitmez oldun beni, kalbin taştan taş senin.”
Oysaki öyle taşlar vardır ki, insan kalbinden daha yumuşaktır…
Bakara süresinde insan ve taş karşılaştırılmış ve 74.ayette bu konu veciz bir şekilde anlatılmıştır;
“Bundan sonra kalpleriniz yine katılaştı; artık kalpleriniz taş gibi, hatta daha da katıdır. Taşın öylesi var ki ondan ırmaklar kaynar; öylesi de var ki çatlayıp bağrından su fışkırır; bazı taşlar davar ki Allah korkusuyla yuvarlanıp düşer. Allah, yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.”
Konumuz olan âyette insanoğlunun, zaman zaman, nice ibretli olayların ardından ısrarla yine düşüncesiz, anlayışsız, bencil ve hoyrat kişiler haline geldiğini; taşlar bile genel planda Allah’ın kanunlarına uyup bereketli ve yararlı olabilirken, onların ilâhî buyruklar karşısında duyarsız kalıpisyan ettikleri, böylece hayırsız ve bereketsiz bir hayata saptıkları anlatılmaktadır…
İnsan bu, yürürken bile mütevazı ve vakarla yürür…
İnsan bu, yürürken bile kibirle yürür. Sanki yerleri delercesine kibirli. Sanki dağlara ve göklere ulaşırcasına bir egoistlikle yürür…
İnsan bu, harcamalarında israf etmeden ve cimrilik etmeden, dengeli ve kıvamında harcama yapar…
İnsan bu, müsrif, cimri ve savurgan…
İnsan bu, geceleyin secdede ve kıyamda, kulluğunun muhasebesini yapar…
İnsan bu, bencilce ve tefekkürsüz, geceleri tüketir…
İnsan bu, Allah’a yönelir, Allah’a dayanır…
İnsan bu, hesapsız, şımarıkça yaşar ve şeytanın oltasında bir yaşam sürdürür…
İnsan bu, hayatının her safhasında Allah vardır…
İnsan bu, hayatının her saniyesinde şeytan vardır…
Ve bütün bu tariflerin arkasından bir ilahi kelam yükselir;
İnsanları iki sınıfa ayıran Kuran’da ferman şöyledir;
“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar,
İnanmayanlar ise, bâtıl dava uğrunda savaşırlar.
Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphe yok ki şeytanın planı (tuzağı) daima zayıftır”(Nisa 76)
Ve gecenin kalbine, son notumu düşüyorum;
Güneş doğduğu zaman, karanlığın hükmü biter…
Selam ve dua ile kalın…
Mehmet AKPINA